Krizde henüz dip nokta görülmedi
Berlin School of Economics and Law Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Ümit Akçay, ekonomik kriz üzerine açıklamalarda bulundu.
Henüz dibin görülmediğini söyleyen Akçay, ” Güncel krizi, öncekilerle karşılaştırarak, ani bir çöküş ve sonrasında hızlı bir toparlanma yaşanacağını beklemek yanıltıcı. Yaşadığımız basit bir resesyon değil bir yapısal kriz olduğu için, krizden çıkış için ekonominin büyümeye geçmesi yeterli olmayacaktır” dedi.
Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç‘ın haberine göre krizde henüz dip noktanın görülmediğini kaydeden Akçay, ani bir çöküş ve sonrasında hızlı bir toparlanma yaşanacağını beklemenin yanıltıcı olduğunu söyledi. Ümit Akçay, Türkiye ekonomisinin yaşadığı krizi, atılan adımları ve çıkış yolları hakkında konuştu.
Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlandı, şimdi de Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım atandı, bu gibi gelişmeler ekonomiyi ne derece etkiliyor?
Türkiye’de ekonomik kriz siyasi krizi, siyasi kriz de ekonomik krizi besliyor. Literatürde bu durum, “yapısal kriz” olarak adlandırılıyor. 2013’ten itibaren Türkiye’de bir yapısal kriz konjonktürü var. Yapısal krizin bileşenlerinden biri devlet krizi/siyasi kriz. Bunu 2013 sonrasında hemen her yıl yaşanan seçimlerden/referandumlardan, darbe girişiminden ve rejim değişiminden görüyoruz. İkinci bileşeni de ekonomik modelin tıkanması. İstanbul seçimleri ya da kayyım atamaları gibi olaylar, bu yapısal kriz konjonktürünün yansımaları olduğu ölçüde etkililer.
Son dönemlerde dolar yeniden yükselişe geçti, kurun tekrar yükselmesi ne anlama geliyor? Merkez Bankası bazı adımlar attı. Bunlar neden yetersiz kalıyor?
Türkiye’deki yapısal kriz, döviz-faiz kıskacı biçiminde açığa çıkıyor. Bunun anlamı, ekonomik büyümeyi canlandırmak için yapılan faiz indirimlerinin döviz şokları ile karşılaşması. Döviz-faiz kıskacı, ekonomi yönetiminin krize müdahale araçlarının da sınırlı olduğunu, yani aynı zamanda “kriz yönetiminin krizi”nin de yaşandığını gösteriyor. Merkez Bankası’nın yaptığı düzenlemeler, borca dayalı büyüme modelini canlandırmaya yönelik adımlar. Ancak krizi yaratan bizzat bu model. O nedenle atılan adımlar nafile.
Ekonomi yönetiminin aklında, kredi canlanmasının ekonomik toparlanmayla sonuçlanacağı varsayımı var. Bunu kamu bankalarının öncülüğünde hayata geçirdiler. Ancak 2013 sonrasındaki her kredi genişleme döngüsü daha büyük bir kredi çöküşüyle sonuçlandı. Krize neden olan yöntemlerle krizden çıkmaya çalışıyorlar, temel sorun bu.
Son bir yıldır ekonomideki kriz sanki sadece döviz kurunun yükselmesine ya da inmesine endekslendi. Neredeyse işsizlik, hayat pahalılığı, büyümenin düşmesi vb. sorunları yok sayıyor. Sizce Türkiye ekonomisindeki ana sorunlar neler?
Ana sorun, yapısal kriz. Daha somut olarak, yapısal krizin bir bileşeni olarak birikim modeli krizi. 2001 krizi sonrasında kurulan modele göre, enflasyon yüksek faiz ile düşürüldü. Sert bir kemer sıkma politikası buna eşlik etti. Ek olarak, emek piyasasının esnekleştirilmesi, taşeronlaştırma ve özelleştirmeler, örgütlü emeğin tasfiyesi ile sonuçlandı. Makroekonomik olarak yüksek faiz, sermaye girişlerini teşvik etti, artan sermaye girişleri TL’yi değerlendirdi. Değerli TL, bir yandan ithalatı artırarak cari açığın artmasına neden oldu, diğer yandan da dövizle borçlanmayı teşvik ederek özellikle borç dolarizasyonuna neden oldu. Bunlara ek olarak TL’nin değerlenmesi ithalatı ucuzlattı, bu ise önceden Türkiye’de üretilen ürünlerden bazılarını ithal etmeyi daha cazip hale getirdi. Bu, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dani Rodrik’in işaret ettiği “erken sanayisizleşme” sürecini başlatmış oldu.
Bu modelin işleyişi, sermaye girişlerine bağlı. Bu anlamda modelin “bağımlı finansallaşma” olarak adlandırılması isabetli olacak. Model, 2013’e kadar çok da aksamadan işledi. 2013, küresel finansal döngünün daralma aşamasına geçmesi nedeniyle bir dönüm noktasıydı. AKP yönetimi, bu modelin tıkanmasına rağmen herhangi bir alternatif geliştiremedi. Kredi genişlemesi döngüleriyle sorunlar her önemli dönemeçte geleceğe ertelendi. Şu anda, dolar ya da faiz gibi tek bir değişkenle yönetilemeyecek bir krizle karşı karşıyayız.
Küresel ekonomi için de resesyon uyarıları yapılıyor. Bu durum Türkiye ekonomisini nasıl etkiler? sizin büyüme, işsizlik, enflasyon ve kur konusunda bir tahmininiz var mı?
Küresel ekonomideki yavaşlama, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyecek, kuşkusuz. Kur tahmini yapmak anlamlı değil ama büyüme konusunda en iyimser tahminler bile 2019 için daralma tahmini yapıyor. İşsizlik de büyüme bağlı olarak yüksek seyretmeyi sürdürecek.
Krizde dip nokta görüldü mü? Krizden çıkış ve büyüme ne zaman olur?
Henüz görülmedi. Güncel krizi, öncekilerle karşılaştırarak, ani bir çöküş ve sonrasında hızlı bir toparlanma yaşanacağını beklemek yanıltıcı. Yaşadığımız basit bir resesyon değil bir yapısal kriz olduğu için, krizden çıkış için ekonominin büyümeye geçmesi yeterli olmayacaktır.
Kriz, 2001 krizi sonrası takip edilen IMF destekli borca dayalı büyüme modelinin krizidir. Atılacak adımlar, bu modelden uzaklaştığı ölçüde anlamlı olabilir. Bu modele dönüş yönündeki adımların tek etkisi, krizi derinleştirmek olur.
Türkiye’de son yıllarda açıklanan sayısızca teşvik, önlem paketi var, ancak yatırım çeken, istihdam yaratan bir model ortaya konulamadı. Bu adımlar neden başarısız oldu?
Başarısızlığın nedeni, ekonomi yönetiminin ekonominin gidişatıyla ilgili bir strateji geliştirememesidir. Bu olmayınca, kısmi ya da geçici teşviklerin herhangi bir pozitif sonuç vermesi oldukça düşük ihtimal. Daha yüksek olan olasılık, zombi firmaların artması, ki olan budur.
Türkiye’yi bugünkü kriz durumuna getiren temel ekonomik politika hataları nelerdi?
Tekil politika hatalarından çok bizzat takip edilen borca dayalı büyüme modeli, bugünkü krizin oluşumunda önemli rol oynadı. Ancak güncel kriz için bir “politika hatası” aranacaksa, 2009’daki, döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmasını serbest bırakan düzenleme kritik önemdedir.
Dünyada merkez bankaları yeniden parasal gevşeme adımları atmaya başladı. Tekrar Türkiye’ye para gelir mi?
Bu oldukça zor, ekonomisi daralan bir ülkeye sermaye gelmesi için o ülkede yüksek faiz verilmesi gerekir. Yüksek faiz verilirse ekonomi daha da daralır. Bir kısır döngüye girilmiş durumda.
Borç döndürülemiyor.
Batık borç artıyor, bunlar döndürülebilir mi?
Burada bir düzeltme yapmak gerekiyor. Hanehalkı borçlanmasında tepe noktası 2013’te görüldü. Bu tarihten itibaren borcun milli gelire oranı sürekli geriliyor. 2002-2013 arasında hane halkı borcu, düşük gelirli kesimleri içerecek şekilde artıyordu. Buna “finansal içerilme” adı veriliyor. Bu yolla, geniş toplum kesimleri gelirleri anlamlı bir şekilde artmasa dahi harcama yapabilme olanağı kazanıyor. Finansal içerilmenin önkoşulu ise faizlerin düşük olması. Düşük faizlerin mümkün kıldığı finansal içerilme, AKP’nin neoliberal popülist stratejisinin de bel kemiği idi. Faizler yükselmeye başlayınca, bu strateji işlememeye, AKP’nin oy oranı da düşmeye başladı.
Özel sektör borçluluğu, AKP’nin borca dayalı büyüme modelinin sonuçlarından biri. Özellikle 2008-2009 krizi sırasında döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmalarını mümkün kılan düzenlemeler, firma borçluluğundaki patlamanın önünü açtı. 2013 sonrasında hem TL’nin değersizleşmesi hem de faizdeki artış üst üste gelince, borca dayalı büyüme modeli tıkandı. 2013’ten itibaren firma borçları yüzdürülüyor. Ancak 2018’deki döviz krizinden sonra özellikle döviz biçimindeki borçların döndürülemediği görüldü.
Türkiye’de başta hukuk sistemi olmak üzere, birçok alanda ciddi tahribatlar var. Birçok özerk kurum kapatıldı, liyakat ortadan kaldırıldı. Bunlar ekonomi açısından ne kadar önemli?
2002-2007 arasındaki AKP’nin “altın yıllarında” demokratikleşme sayesinde ekonomik büyüme gerçekleşti. Güncel krizin nedeni de, otoriterleşme. Bu argümana katılmayanlardanım.
Teorik olarak, piyasa ekonomisi ve bunun son yıllardaki uygulama çerçevesi olan neoliberal politikalar, demokratikleşmeyi değil, demokrasinin altını oyan otoriter dinamikleri harekete geçirdi. Bu hem dünyadaki yakın dönem demokratikleşme deneyimleri için, hem de Türkiye için geçerli. Hatta, bugün bildiğimiz anlamdaki demokrasi, piyasa ekonomisi sayesinde değil, ona karşı yapılan mücadeleler sayesinde gelişti. Olgusal olarak ise, demokratik gerileme ile ülkelere yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında negatif ilişki olduğu varsayımı doğru değil.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü, devletin vatandaşlar ile arasındaki ilişkilerin vatandaşlar lehine düzenlendiği bir siyasi rejimin oluşabilmesi açısından, yani ülkede barış içinde bir arada yaşamak için gereklidir. Yani demokrasi yatırımcılar için, yatırım gelsin diye değil, yurttaşlar için talep edilmeli. Zira otoriter yönetimler altında da ekonomik büyüme gerçekleşebilir.
Merkez Bankası’nda başkan değişimi ve sonrasında gelen üst düzey görevden almaları ve hemen ertesinde faiz indirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merkez Bankası (TCMB) başkanının değişimi, Türkiye’de 2001 krizi sonrasındaki para politikası rejiminin sonlanması anlamına geliyor.
TCMB başkanının görevden alınma zamanlaması, belli ki ekonomi yönetimi tarafından bilinçli olarak ayarlanmış. Gerek küresel konjonktür, gerekse Türkiye’de enflasyonun seyri nedeniyle, başkan değişimi olmasa da faizler zaten düşecekti, şimdi başkan değişimi nedeniyle faizlerin düştüğü propagandasını yapabiliyorlar.