‘Müteahhit, AKP ve belediye üçgeninde bir ölüm üçgeni oluşturulmuş’
İleri Haber
Maraş merkezli depremlerin ardından TİP Deprem Suçları Komisyonu; iktidarın rant politikalarından yerel yönetimlerin sorumluluğuna, meslek odalarının denetim dışına çıkarılmasından uzmanların uyarılarına kadar pek çok detayı da barındıran bir rapor hazırladı. Deprem (Suçları) Raporu’nda sorumlululara işaret edilirken, konunun hukuki zeminine de işaret edildi. TİP Milletvekili Ahmet Şık, başta AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere şüpheli ve fail olmak üzere birçok isme işaret ederken, TİP PM üyesi Nazır Kapusuz da “Müteahhit, AKP ve belediye üçgeninde bir ölüm üçgeni oluşturulmuş” dedi.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ve TİP Deprem Suçları Komisyonu üyeleri, bugün saat 15.00’te TİP İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlenen basın toplantısında 6 Şubat tarihinde Maraş merkezli depremler sonrası hazırlanan Deprem (Suçları) Raporu’nu kamuoyu ile paylaştı.
TİP Milletvekili Şık, parti üyeleri ve koordinatörleri tarafından hazırlanan ve depremden etkilenen 11 ili de kapsayan raporda, iktidar politikaları ile yapılanlar ve yapılmayanların ele alındığını belirterek, bu çalışmalar ışığında sorumluları ortaya koymaya dönük bir çalışma hazırlandığını belirtti. Şık, toplantının amacını, “Sizlere birtakım bilgilendirmelerde bulunmak ve gerçek faillerin yargı önüne çıkarılması için de gelecekte bu iktidar dönemi kapandığında bu konunun soruşturulması sırasında kimlerin en azından şüpheli olacağını belirtmek için bu toplantıyı yapmış bulunuyoruz” sözleriyle açıkladı.
‘AKP VE ORTAKLARININ DAHLİNİ ANLATAN BİR RAPOR BU’
Rapordaki “deprem suçları” vurgusuna dikkat çeken Şık, doğal afeti engellemenin mümkün olmadığını ancak afetin yıkıma nasıl dönüştüğünü iktidar üzerinden anlatmayı amaçladıklarını belirtti. AKP ile birlikte öncesindeki merkezi iktidarlar ile yerel iktidarları da kastettiğini kaydeden Şık, “Sma son 22 yıldır iktidarı elinde tutan ve son dönemde adı Saray Rejimi diye anılan AKP ve ortaklarının bu işe dair dahlini anlatan bir rapor bu” dedi.
“Raporumuzun girişi ‘beklenen felaket’ diye geçiyor” diyen Şık, konunun uzmanı bilim insanlarının her mecrada ülkenin büyük çoğunluğunun fay hattı üzerinde olduğunu dile getirdiğini ve tehlikelere dikkat çekerek ciddi uyarılarda bulunduğunu vurguladı.
‘KONUYU GÜNDEME GETİREN MUHALEFET MİLLETVEKİLLERİNE KULAKLAR TIKANDI’
Sözlerinin devamında rapordaki konu başlıklarına dikkat çeken Şık, şöyle devam etti:
“Bu doğal afetin geleceğine dair bir şeydi ama yıkıma dönüşmesiyle ilgili birtakım konu başlıklarımız var. Mesela diyoruz ki ‘Deprem ve fay bölgeleri bilinmiyor muydu?’ Yıllardır bilim zaten bize bunu söylüyor. Meclis’e sunulan fay yasası mevcut adını anmaya değer bulmadığımız İçişleri Bakanı’nın da ‘Eli kulağında, çıkacak’ demesine rağmen bir türlü çıkmadı. Ya da sadece bu deprem bölgesinde bulunan 20 ye yakın il, 81 ilçe ve 500’e yakın köy doğrudan fay hattı üzerindeyken orada mikro ölçümlemeyle zemin etütlerinin yapılmadığını biliyoruz. Meclis gündemlerinde söz alan muhalefet vekilleri, ısrarla bu konuyu her seferinde dile getirmesine rağmen kulakların tıkandığını biliyoruz. Depreme bağlı risklerin önemli bir bölümünün inşaatların standartlara uymamasıyla ilgili biliyoruz ya da standartların uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlü yerel yöneticilerin, bu görevlerini yerine getirip getirmediği ile ilgili ciddi kuşkular olduğunu biliyoruz.
‘YIKIMIN EN ÖNEMLİ NEDENLERİNDEN BİRİ, İMAR AFLARI ÜZERİNDEN DÖNEN RANTİYE SİSTEMİ’
Türkiye’nin en iyi tanıdığı uzmanlardan birisi Profesör Naci Görür, son 2 yıldır Kahramanmaraş fayında ciddi bir deprem riski olduğunu ifade etmesine ve depremden 3 gün önce bir TV programında tekrarlamasına rağmen herhangi bir şey yapılmadığını biliyoruz ve bunların bir yıkıma dönüşmesinin en önemli nedenlerinden biri, 1948’den beri bir seçim yatırımı olarak görülen imar afları üzerinden dönen bir rantiye sistemi kurulmasıdır.
1948’den bu yana 20’den fazla imar affı yapıldı. Bunun en sonuncusunun AKP iktidarı döneminde yapıldığını ve bütün bu deprem bölgesindeki birçok binanın da bu imar affından faydalandıktan sonra; yerinde duran binaların denetimi yapılmadığı için birçoğunun yıkıldığını ya da hasarlandığını ve dolayısıyla insan kaybına neden olduğunu, can kaybına neden olduğunu, birçok kişiyi evsiz bıraktığını ve yaralanmasına neden olduğunu da biliyoruz.”
‘KONUYU, TMMOB’UN YETKİLERİNİ ELİNDEN ALAN YASA DEĞİŞİKLİKLİĞİNDEN İTİBAREN TARTIŞMAMIZ GEREKİYOR’
2013 yılında torba kanun içerisinde yer alan düzenleme ile TMMOB’un harita, plan, etüt ve projelerine belli ücret karşılığında vize verme yetkisinin elinden alınmasını da hatırlatan Şık, şunları söyledi:
“Biz bu konuyu tartışacaksak eğer 2013’te TMMOB’un yetkilerini elinden alan yasa değişikliğinden itibaren tartışmamız gerekiyor. Şu nedenden söylüyorum çünkü o yasa tam da Gezi isyanı sonrası çıkarıldığı için biraz da yanlış yorumlanarak ‘Gezi’nin intikamı alındı’ gibi lanse edildi. Halbuki inşaat üzerinden dönen, betonlaşma üzerinden dönen rantiyenin önündeki en büyük engellerden biri olan ve yurttaş adına kamu denetimi yapmakla yükümlü; bina güvenliği açısından, deprem riskini bertaraf etmek açısından yurttaş adına kamu denetimi yapan bütün inşaat süreciyle ilgili odaların, meslek örgütlerinin bu işin dışına çıkarılmasıyla ilintili olmuştur.
‘YAPI DENETİM SİSTEMİ TAMAMEN ORTADAN KALDIRILDI; İKTİDARIN SORUMLULUĞUNUN ALTINI ÇİZMEK GEREKİYOR’
Çünkü bakın TMMOB’un içerisinde inşaatla ilgili kim var. İMO var, Jeoloji Mühendisleri Odası var, Jeofizik Mühendisleri Odası var, Makine Mühendisleri Odası var, Mimarlar Odası, var, Şehir Plancıları Odası var. Yani bir şehri kurmak için bir yerleşim yeri kurmak için ihtiyaç olan ve denetim yapılacak, yapılan o denetimde insanların başını güvenle sokabileceği bir yuva inşa edip edilmeyeceğini belirleyecek bütün kurumlar var. Fakat bu yetki ellerinden alındıktan sonra iş, yapı denetim firmalarına bırakıldı ve biz süreç içerisinde biliyoruz ki AKP yeniden o yasada bir düzenleme yapmak zorunda kaldı. Büyük inşaat firmaları kendi yapı denetim firmalarını kurarak aslında denetim sistemini tamamen ortadan kaldırdı. Ve dolayısıyla mevzuyu buradan tartışmak ve iktidarın sorumluluğunun da iyi altını çizmek gerekiyor.”
‘EĞER BİR İSİM VERECEKSEK BU ‘ASRIN DAYANIŞMASI’DIR’
İktidarın “asrın felaketi” söylemlerine karşın yurttaş dayanışmasına işaret eden Şık, “Ortaya bir yıkım çıktı, iktidar eliyle daha ilk yapılan şey bu yıkıma bir isim vermeye kalkışmak oldu. ‘Yüzyılın felaketi’, ‘asrın felaketi’ diye bir isim uyduruldu. Hayır, bizim bu depremden sonra eğer bir şeye isim vereceksek, söyleyeceğimiz tek şey ‘asrın dayanışması’ olduğudur. Çünkü bir devletsizliği, iktidar boşluğunu merkezi iktidarın, Saray Rejimi’nin yapmadığını; yurttaşlar dayanışarak, elbirliğiyle yaptılar ve halen yapıyorlar. Üzerinden 52 gün geçen bir depremden sonra hala depremin yaralarını sarmaya çalışanların yurttaşlar olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.
‘SAĞ KALANLARI ÇARESİZLİĞE TERK EDEN REJİM, HALA ÜLKENİN ÜSTÜNDE EN BÜYÜK FELAKET OLARAK DOLAŞIYOR’
Şık, raporda, depremin ardından yaşananlara dair bölümdeki en çarpıcı kısım olduğunu belirterek, “Bakın ilk deprem 6 Şubat 4.17’de gerçekleşti ve tam 10 saat sonra 14.20’de AFAD’ın ne yaptığını bu rapor bize söylüyor. SMS aracılığıyla yurttaşlardan 20 lira bağış istedi. O günden bugüne değişen ne var derseniz hiçbir şey yok. Depremde insanları ölüme, sağ kalanları da çaresizliğe terk eden bir rejim, şu an hala ülkenin üstünde en büyük felaket olarak dolaşıyor” diye konuştu.
‘YAPICI, ATALAY VE KAHRAMAN DA RAPORA DESTEK VERDİ’
TİP Parti Meclisi (PM) üyesi ve raporun koordinatörlüğünü üstlenen Nazır Kapusuz, Şık’ın ardından söz aldı. Partinin çeşitli büroları ile birlikte 14 uzmandan da destek alınarak raporun hazırlandığını ifade eden Kapusuz, Gezi Davası’nda tutuklu bulunan Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın da cezaevi koşullarının izin verdiği ölçüde rapora destek verdiğini belirtti.
‘ANLADIK Kİ YETKİLİLER, SADECE RESİM VERMEK İÇİN TOPLANTILAR YAPMIŞ’
İktidarın söylemlerinin aksine olası depremlere ilişkin hazırlanan raporlara dikkat çeken Kapusuz, şöyle konuştu:
“Raporla ilgili ilk veriler geldiğinde hissettiğimiz şey şu oldu. Bu bir beklenen felaketti, yüzyılın felaketi değildi. Çünkü ulaştığımız, bize iletilen grupların hazırladığı raporlarda; yıllar öncesinde başlayarak daha 3-4 yıl öncesine kadar çok detaylı Hatay’da, Kahramanmaraş’ta, Adıyaman’da kaç tane binanın yıkılacağı, kaç tane insanın öleceği, hangi alanlarda yıkımlar olacağı resmen tablolanmış ve bu tablolar valilikler, belediye başkanları, garnizon komutanları, Kızılay, AFAD, Şehircilik Bakanlığı temsilcilerinin olduğu toplantılarda sergilenmiş.
Biz anladık ki bu toplantılar sadece kamuoyuna resim vermek için yapılmış. Bu raporlar, raporumuzda da var. Gerçekleşen sayılarla neredeyse birebir örtüşüyor. Yani bu devlet aslında kimin nerede öleceğini, hangi binada öleceğini bile hesaplayabilecek bir pratiğe girmiş. Biz, bu anlamda da raporun girişinde de yazdık, bunu Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanına benzetiyoruz. Aslında kimin öleceğini herkesin bildiği sadece ölenin bilmediği, herkesin de bu felaketi bu cinayeti göz göre göre beklediği bir dönem yaşamışız.
Tabii ki bu felaketin bilinmesinde katkısı olanlar bırakın bunları önlemeyi, 2018 yılında bu tip hasarlı kusurlu imar kaçak yapıları bir imar affıyla -adına da barış diyorlar- bu tip şeylerin olumsuz motivasyonlara daha olumlu adlar bulma konusunda da çok maharetliler. İşte vergi barışı, imar barışı, varlık barışı gibi… Aslında bu iktidarın barış kelimesini kullandığı her şey suç kanıtıdır, suç delilidir. İmar affıyla bu tip yapılar yasalaştırıldı.”
‘KAMU KAPASİTESİNİN KIZILAY, AFAD ELİYLE NASIL YOK EDİLDİĞİNİ GÖRDÜK’
AKP’nin kamunun kapasitesini yok ettiğine de işaret eden Kapusuz, şöyle devam etti:
“Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın depremin ilk saatlerinde açıklamalardan birisi şuydu. ’10 tane vinç kiraladık, yolda’ lafıydı. Bu aslında AKP iktidarının kamu kapasitesini nasıl yok ettiğini, bu tip deprem, felaket gibi konularda ne kadar da aciz duruma devletin kapasitesini soktuğunun da göstergesi. Yaklaşık 10 il için 10 tane vinç kiralayan ve bununla övünebilen, bunun da yadırganmayacağını düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Yine kamu kapasitesinin Kızılay, AFAD eliyle nasıl yok edildiğini de gördük. Kızılay’ın elindeki konteyner stoklarını Cengiz Holding gibi Rönesans Holding gibi yerlere sattığını, Katar’a sattığını ve bunu tamamen ticarete döktüğünü hep beraber gördük.
‘MÜTEAHHİT, AKP VE BELEDİYE ÜÇGENİNDE BİR ÖLÜM ÜÇGENİ OLUŞTURULMUŞ’
Bu sadece bu depremle de alakalı değil. Bildiğiniz gibi 2 yıl önce de Antalya ve civarında yaşanan orman yangınlarında da gördük. Devletin, Cumhurbaşkanı’nın 13 tane özel uçağı var ama devletin yangın söndürme uçağı olmadığı gibi yine deprem bölgelerine müdahale edebilecek vinci de yoktu. Bu kamu kapasitesinin nasıl yok edildiğini de gösteren bir rapor haline geldi. Biz yine deprem sonrasında yaşanan ve akan haberleri topladığımızda ortaya çıkanlardan birisi de bizce önemli olan bir nokta da şu. Özellikle daha kitlesel, insanların kaldığı otel gibi kamu binaları gibi yerlerde hep aynı üçgen vardı. Yapan müteahhit AKP yöneticisi ve aynı zamanda aynı AKP yöneticisi, belediye yöneticisi ya da belediyede başka ortakları var. Yani müteahhit, AKP ve belediye üçgeninde bir ölüm üçgeni oluşturulmuş. Sürekli olarak depreme hazırlık için bizlere deprem anında bir yaşam üçgenine sığınmamız gerektiği anlatılır ama iktidarın aslında bizi çaresiz bırakacak bir şekilde ölüm üçgeni hazırlandığını görüyoruz. Bu anlamda da insanlar aslında bir yandan da rant ile değeri artan konutlarda milyonluk evlerde kendi tabutlarını da hazırlamış oluyorlar.
‘BUNU SADECE BİR RAPOR DEĞİL, İDDİANAME OLARAK DA DÜŞÜNDÜK’
Bu anlamda da raporda artık suçların listesini uzun uzadıya yayımlamak anlamsız ama bu dönemin suçlarının listesini biz yine de yazdık raporumuza ve ekledik. Biz bunun sadece bir rapor, kütüphanelere kaldırılacak detaylı bir rapor yerine, bundan sonraki bu iktidarın gittiğinde, kendilerinin yargılanacakları bir iddianame olarak da düşündük. Zaten Gezi tutsaklarından Mücella Yapıcı’ya rapor fikrimizi ilettiğimizde, bize, deprem raporu değil deprem suçları raporu olarak yazmamızın gerçekten anlamlı olduğunu düşündüğünü, bu ülkede yaşanan felaketlerin sadece bilimsel bir açıklaması değil aynı zamanda suçlular listesinde de yayınlanması gerektiğininin altını çizdi. Bu anlamda da böyle bir rapor hazırladık.”
‘2000’Lİ YILLARIN BAŞINDAN BERİ ACI BİR ŞEHİRLEŞME SÜRECİ YAŞADIK’
Rapora TİP Bilim Kurulu’ndan farklı çalışma gruplarının da katkı koyduğunu ifade eden Nazır Kapusuz, sözü, TİP Bilim Kurulu Kent ve Yerel Yönetimler Çalışma Grubu adına şehir plancısı Miray Özkan’a bıraktı. Özkan, şehirclik perspektifiyle raporun içeriğini ve vurguladığı noktalar paylaşmak istediğini kaydederek, “İçeride zaten Gezi tutsaklarının rapor bölümlerinde çok detaylı anlatımları var ama 2000’li yılların başından beri gerçekten çok ciddi ve acı bir şehirleşme süreci yaşadık. Yasalar değişti; şehircilik kurumu, planlama kurumu tamamen değişti ve parçalandı” ifadelerini kullandı.
‘ŞEHİRCİLİK, İMAR PAZARLIĞI VE RANT PAYLAŞIMI HALİNE GELDİ’
Konuşmasında, 6306 sayılı yasaya ve kullanım şekline dikkat çeken Özkan, şöyle konuştu:
“Özellikle 6306 sayılı yasa; afet yasası olarak kabul edilen ama afet yasasını, kendi yaptığını inşaat düzenini, bu işbirliği düzenini meşrulaştırmak için kullandığı bir altyapı haline geldi. Bu çok ciddi, büyük bir meşrulaştırma aracı oldu. Hem bu işbirliklerini meşrulaştırdı hem binaların yıkılmasını meşrulaştırdı hem insanların evsiz kalmasını meşrulaştırdı. Şehircilik bir mekanı iyileştirmekten bir yaşam alanı oluşturmaktan, güvenli, sağlıklı, anlamlı, geçmişini, mirasını koruyan, anlayan ya da geleceğe dair iklim krizine karşı güvenlikleri ele alan bir şeyden çok; bir imar pazarlığı bir rant paylaşımı bir iş birliği kurumuna bir kayırmacılık ile kimlerin daha çok, neyden ne kadar kazanacağını belirlemeye yarayan bir düzen haline geldi.
‘HERKESİN MECBUR BIRAKILDIĞI BU SAHTEKARLIK DÜZENİ ÇÖKTÜ’
Bu çok ciddi bir sahtekarlık düzeni aslında. Depremle de bu düzenin, herkesin de bir şekilde dahil edildiği, mecbur bırakıldığı, mahkum bırakıldığı bir düzenin çöktüğünü gördük. Bu bence Türkiye şehircliği açısından çok acı bir süreç. Ben bir şehir plancısı olarak bunun acısını çekiyorum. Bütün uzman arkadaşlarım, mimarlar, mühendisler bu işin başından beri zaten çok sorunlu olduğunu; afeti temel bir şehir girdisi olarak almamız, bütün düzeni buna göre kurmamız gerektiğini söyleyen tüm uzmanlar hiç dinlenmedi ve herkes dışarıda bırakıldı.
‘DAHA EŞİTLİKÇİ, ÇEVRECİ BİR ŞEHİR YAPMAK ZORUNDAYIZ’
Bu noktadan sonra da özellikle bu 6306 sayılı yasanın nasıl kullanıldığını, şeffaf bir şekilde bizim görünür hale getirmemiz gerekiyor. Özellikle riskli yapı, riskli alan yasalarının sık kullanıldığı Hatay ve Kahramanmaraş’ta gerçekten riskli alanlar mı riskli alan ilan edildi? Gerçekten riskli yapılar mı yıkılıp yerine yenileri yapıldı. Ve ne kadar işe yaradı gerçekten bu yasa? Neredeyse 15 yıldır kullanılan bu yasa ne kadar işe yaradı?
Bunların şeffaf bir şekilde gösterilmesi ve yenilenmesi gerekiyor. Bu yeni süreçte de tamamen başta yeni bir şehircilik yeni bir planlama anlayışıyla tüm bu disiplinleri bir araya getirerek, yeni araçlarla, daha dayanışmacı daha eşitlikçi daha çevreci daha afetlere karşı korunduğumuz bir şehir yapmak zorundayız.”
‘AKP’NİN DEPREM SİYASETİNİN YASAL ÇERÇEVESİNİ ÇIKARMAYA ÇALIŞTIK’
Miraz Özkan’ın ardından TİP Hukuk Bürosu’ndan avukat Melike Öztürk de rapora ilişkin açıklamalarda bulundu. Raporda depremler sonrası işin hukuki boyutunu ele aldıklarını belirten Öztürk, şunları söyledi:
“Raporun bir bölümünde, 99 depremlerinden sonra 20 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikleri bir boyutuyla çalıştık. AKP’nin deprem siyasetinin yasal çerçevesini çıkarmaya çalıştık. Bu bağlamda az önce arkadaşlarımız da ifade ettiler; kentsel dönüşüm yasası, deprem yönetmeliği gibi hukuksal değişiklikler oldu.
‘YAPI DENETİMİNİN NASIL TİCARİLEŞTİĞİNİ GÖRDÜK’
Bazı tespitlerimiz oldu tabii tekrara düşmeden yine ifade etmek istiyorum. Yapı denetiminin nasıl ticarileştiğini gördük, tamamen kamu denetiminden çıktığını gördük. TMMOB’un yetkilerinin kanun eliyle elinden alındığını gördük. Yerel yönetimlerin yetkilerinin tamamen merkezi yönetime devredildiğini gördük. İmar barışı ile teknik kurallara uygun olmayan yapıların nasıl ruhsat aldığını ve iskana kavuştuğunu gördük. Yine kentsel dönüşüme ilişkin yasalar ve bunlardaki değişikliklerin, aslında kamusallığın tasfiyesi dışında hiçbir işe yaramadığını görmüş ve tespit etmiş olduk bu raporla birlikte.
‘OHAL BAĞLAMINDA SINIRLANDIRILMAYAN YETKİLERİN NELERE YOL AÇABİLECEĞİNİ TARTIŞMAYA AÇTIK’
Bir başka bölümde afet yasasını ve afet yasasının idareye tanıdığı yetkileri tartışmaya çalıştık. Bu bağlamda iktidarın aldığı ilk hukuki önlem olarak OHAL’in gerekliliğini tartışmaya çalıştık. Malumunuz, 36 saat sonra afet haliyle birlikte bir OHAL ilanı söz konusu olmuştu. Bu bağlamda aslında mevcut yasaların OHAL olmadan da OHAL yetkisi tanıdığını ve çeşitli önlemlerin alınabileceğini ifade etmeye çalıştık. OHAL ilanının hak ve özgürlükler bağlamında iktidara çok ciddi yetkiler tanıdığını ve bu sınırlandırılamayan, denetlenemeyen yetkilerin nelere yol açabileceğini tartışmaya çalıştık. Keza OHAL ile birlikte aldıkları ilk refleks de iktidarı eleştirenleri gözaltına almak, Meclis’i kapatmak, okulları kapatmak oldu. Sansür ve baskı uygulamaları oldu. Bunu da görmüş olduk, bunu da raporumuza yazdık.
‘ADALETİN TESİSİ İÇİN ÇALIŞACAĞIZ’
Netice itibarıyla bir başka boyutta da şunu söyleyeyim. Bütün mevzuat aslında kullanılmayan yetkiler, kötüye kullanılan yetkiler bir arada değerlendirildiğinde 6 Şubat’ın nasıl bir felaket olduğu aslında ortaya çıkmış oldu.
Raporun bir başka bölümünde de son olarak OHAL kapsamında çıkarılan kararnameleri inceledik. Hukukçular olarak afet suçları, deprem suçları, iş cinayetleri… Az önce burada çerçevesi çizilen perspektifte rant siyasetinin sonucu ve her gün bu suçlar işlenmeye devam ediyor. TİP olarak bu suçların yargılanması ve adaletin tesisi için depremin sonrasında ortaya çıkan olaylarla ilgili bilhassa suç duyurularında bulunduk. Bunların takipçisi olmaya ve adaletin tesisi için çalışmaya devam edeceğiz.”
‘YOKSULA YIKIM GETİRECEK BİR CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ’
Basın toplantısının son bölümünde yeniden konuşan TİP Milletvekili Ahmet Şık, raporun tamamına TİP’in internet sitesinden ulaşılabeceğini belirtti ve okunması tavsiyesinde bulundu.
“Biraz önce partimizin Hukuk Bürosu üyesi ve PM üyesi Melike Öztürk’ün belirttiği gibi bu depremin ardından merkezi iktidarın yaptığı en önemli işlerden birisi, yeni suçların önünü açacak 24 şubat 2021 günü çıkarılan 126 sayılı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi oldu” diyen Şık, gerekçelerini de şöyle sıraladı:
“Bu kararnameyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın belirlediği orman alanları, meralar, mesire yerlerinin her biri imara açılıyor. Bütüncül planlama yerine imar mevzuatına aykırı, parçalı ve parsel bazlı düzenlemeler yapılıyor. Depremzedelerin mülkiyet ve imar haklarının başkalarına devredilmesi gibi bir dolu yeni yıkımın yolunu açacak bazı düzenlemeler içeriyor. Yani tam da iktidarın yıllardır bulunduğu pozisyonun bir benzerini yani rantiye odaklı, para odaklı ve yoksula yıkım getirecek bir bakış açına sahip bir kararnameyle karşı karşıyayız.”
‘MERKEZİ VE YEREL İKTİDARLAR, ORGANİZE BİR SUÇ SORUŞTURMASININ İÇİNDE OLMALI’
“Bütün bu rapor özü itibarıyla bize birtakım faillerin adlarını veriyor” sözlerini de kullanan Şık, “Her şeyden önce bu son depremin faillerine ulaşmak bazı müteahhitlerin tutuklanmasıyla, yapı denetim firması yetkililerinin tutuklanmasıyla toplumun biriken öfkesini, gazını almaya dönük bir şey olduğunu söylememizin elzem odluğunu düşünüyorum. Çünkü bu iş, müteahhitlerle yapı denetim firmalarını çok çok aşan, merkezi ve yerel iktidarları da bütüncül olarak organize bir suç soruşturmasının içine sokmamız gereken bir hukuki süreci bize anlatıyor” vurgusunda bulundu.
‘ORGANİZE SUÇUN FAİLLERİNİN BAŞINDA FUAT OKTAY GELİYOR; ARDINDAN SOYLU, KURUM, AKAR’
Deprem sürecinde sorumluluğu olanlara da işaret eden Şık, “Bu nedenle organize suçun faillerinin başında Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bütün bu sürecin koordinatörü olarak karşımıza çıkan Fuat Oktay geliyor. İkinci sırada Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanı olarak Murat Kurum. AFAD’ın da sorumlusu olan, kendisine bağlı bir bakanlığı işgal eden Süleyman Soylu. Bu kadar büyük bir yıkımda Türkiye’nin en organize güçlerinden, insan güçlerinden biri olan askerin zamanında ve yeterli müdahale edilmemesinin yolunu açan Hulusi Akar. Kızılay’ı bir yardım ve dayanışma kimliğinden uzaklaştırıp bir ticarethaneye çeviren Kerem Kınık AFAD Başkanı, hiçbir şey yapmadığından ötürü Yunus Sezer. Ve bir önceki dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ve yine o koltuktan geçmiş AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım” ifadelerini kullandı.
ŞIK, YEREL YÖNETİMLERE DİKKAT ÇEKTİ
Konuşmasında işaret ettiği yerel yönetimlerin yöneticilerin sorumluluğunu da hatırlatan Şık, “Bunun dışında depremin en çok hasar verdiği kentlerin başında gelen Adıyaman Belediye Başkanı Süleyman Kılınç, Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de diğer şüphelilerin isimleridir” diye konuştu.
‘ERDOĞAN, ASIL FAİLLERDEN BİRİ’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için “Suçun başındaki kişi” ifadelerini kullanan Şık, sözlerini şöyle tamamladı:
“Aynı şekilde adını yazamayacak kadar çok fazla otel, kamusal alan inşasını ya da binasının sahibi ya da yöneticisi pozisyonundaki kişiler, çok sayıda müteahhit, bu meskenlere inşa eden müteahhitlerin yanı sıra orada görev almış, yerel yönetimlerin içerisinde denetleme görevini yapmamışi yerel bürokrasinin mensupları ve bütün bu organize suçun başındaki kişi olarak da elbette ki şu anki mevcut ama önümüzdeki seçimde değişecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, asıl faillerden birisidir. Ve sadece bu raporda anlatılanların ışığında bile bir iddianame özeti olarak karşımıza çıkan bu raporda anlatıların ışığında, bu kişilerin baş şüpheli olarak bir iddianamenin sanıkları arasında yer alması gerekiyor.”
‘TARİHE NOT DÜŞMEK, SORUMLULARLA HESAPLAŞMAK İÇİN’
TİP’in farklı birimlerince tarihe not düşmek, sorumlularla hesaplaşmak ve bundan sonra yapılması gerekenlere dair bir perspektif sunmak maksadıyla kaleme alınan rapor üç bölümden oluştu.
NELER YAPILDI, NELER YAPILMADI?
Depremde ve deprem sonrasında yaşananları inceleyen birinci bölüm, deprem ve hemen sonrasına dair kısa bir günceyle başlarken, depreme ilk müdahalede yaşanan eksik ve yanlışların bir çetelesiyle devam etti. Bölümün üçüncü alt başlığı deprem sonrası AKP’nin yasak ve baskı politikalarını özetlerken, dördüncü alt başlık depremzede sığınmacılara yönelik ayrımcılığın izini sürdü. Bölümün beşinci ve son alt başlığı ise “OHAL gerekli miydi” sorusunun cevabını aradı.
AKP’NİN HAZIRLIKSIZLIĞI…
Raporun ikinci bölümünde AKP’nin deprem hazırlığı incelendi. Bu bölümde evvela AKP’nin kentsel dönüşüm politikasının bir şeceresi çıkartıldı. Ardından depremde yıkılan konutların müteahhitlerine dair bir kesit sunuldu ve bunların AKP ile yakın ilişkileri gözler önüne serildi. Dördüncü alt başlıkta AKP’nin “il afet risk azaltma” ve “acil durum” planları incelenerek depremlerde tecrübe edilen zafiyetin arkasındaki hazırlıksızlık ortaya konuldu. Beşinci alt başlıkta ise AKP’nin deprem politikalarının yasal çerçevesi ele alındı.
TİP NE YAPTI?
Raporun üçüncü ve son bölümü TİP’in depremlere ilişkin ne yaptığı ve ne önerdiğine dair bir derleme sundu. Bu bölüm önce TİP’in deprem sonrasında yürüttüğü faaliyetleri özetledi. Partinin ördüğü dayanışma faaliyeti, Kızılay protestosu ve meclis faaliyeti ortaya konuldu. Ardından TİP’in depreme ilişkin yapılması gerekenlere dair önerilerini bir araya getirdi.
UZMAN GÖRÜŞLERİYLE KONU ZENGİNLEŞTİRİLDİ
Raporda ayrıca 14 kutu yazıya verildi. Konunun uzmanı isimlerin kaleme aldığı bu yazılar, içinde yer aldıkları bölümleri zenginleştirirken, farklı perspektifler de sundu.
TİP’in Deprem Suçları Raporu için tıklayın.