Şık’tan deprem kayıpları, TSK’nin geç müdahalesi ve yapı denetimdeki rant odaklı düzenlemelere dair önergeler
İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı’na İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle Maraş merkezli depremlere ilişkin 3 ayrı soru önergesi verdi.
Şık, depremlerde kaç kişinin hayatını kaybettiği ve kimlik belirleme çalışmalarının nasıl yürütüldüğü Bakan Ali Yerlikaya’ya sorarken, depremlerin ardından arama kurtarma faaliyetlerinde etkin bir çalışma yürütmeyen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) hakkında da Bakan Yaşar Güler’e sorular yöneltti. Şık, yapı denetim şirketleri ile inşaat şirketleri arasındaki ilişkiye işaret ederek Bakan Yılmaz Tunç’a verdiği soru önergesinde ise sorumlu özel şirketler ile devlet kurumları başta olmak üzere can kayıplarına ilişkin yürütülen soruşturma olup olmadığına yönelik bilgi talep etti.
İÇİŞLERİ BAKANI ALİ YERLİKAYA’YA SORULAR
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesinde, “6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli olarak gerçekleşen ve 10 ili etkileyen depremler ile süreçteki potansiyel ihmaller sonucunda resmi rakamlara göre 45 bin 89 kişi yaşamını yitirmiştir” ifadelerine yer verildi ve “Bu doğrultuda yakınlarını kaybeden insanların anılarının kamusal olarak yaşatılabilmesi ve depremin ‘doğal bir afetten’, yitirdiğimiz yurttaşların da sayılardan ibaret görülmemesi için aşağıdaki sorular ivedilikle cevaplandırılmalıdır” vurgusunda bulunuldu.
Şık, yaşamını yitirenlerin sayısı ve nasıl belirlendiği, kimlik tespitlerinin hangi ölçütlerle yapıldığı sorularına yanıt istediği önergede, isim ve hatıraların kalıcılaşmasının insan hakkı olduğuna işaret etti.
Yerlikaya’ya yöneltilen sorular şöyle:
1-) Yaşamını yitiren yurttaşlar kaç kişidir?
2-) Vefatlar yalnızca bedenine ulaşılabilmiş kişilerden mi tespit edilmiştir, bedenine ulaşılabilmiş ve kimliği tespit edilebilmiş kişilerle mi belirlenmiştir, değilse hangi ölçütle belirlenmiştir?
3-) Bedenine ulaşılabilmiş ve fakat kimliği tespit edilememiş yurttaşlar kaç kişidir?
4-) Gaip sayılabilecek veya depremden itibaren ulaşılamayan kişilere ilişkin bir çalışma yürütülmekte midir? Yürütülüyorsa bu yurttaşlar kaç kişidir? Yürütülmüyorsa, sebebi nedir, o halde, ulaşılamayan yurttaşların yok sayılması sonucu doğmayacak mıdır?
5-) Depremde yaşamını yitirdiği tespit edilen yurttaşlar kimlerdir?
6-) Depremzedeler başta olmak üzere aralarında yurttaşlık bağı bulunan herkesin, depremde kimlerin ve kaç kişinin kaybedildiğini bilmemelerinden ötürü bu süreçte yaşadıkları uzun ve sürekli belirsizlik ile şüphe ve endişe altında olmaları nedeniyle çektikleri zihinsel sıkıntı ve acı, İHAS’ın 3. Maddesinde düzenlenen insanlık dışı muamele yasağının ihlali anlamına gelmeyecek midir?
7-) Yine ‘onurlu bir şekilde defnedilme, bir mezara sahip olma, son yolculuğuna uğurlanma, insan niteliği gösterme, kederlenme, matem tutma ve ölüyü anma’ haklarının özünü oluşturan değer olarak ‘yitirilen kişilerin hatıralarının saygın biçimde yaşatılabilmesi’ ihtiyacı gereği, bu kadar çok yurttaşın yitirildiği bir olayda, isimlerinin ve hatıralarının kalıcılaşması insan hakları ilkeleri bağlamında bu yurttaşlara karşı temel görevimiz değil midir?
MİLLİ SAVUNMA BAKANI YAŞAR GÜLER’E SORULAR
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesinde de depremlerdeki can kayıplarına ve TSK’nin geç müdahalesine değinilerek, “6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli olarak meydana gelen ve izleyen artçı depremlerle 10 ilde en az 50.000 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan depremlere ilişkin olarak TSK’nın müdahalede gecikmesi ve 1999 depremine kıyasla faaliyetlerindeki etkisizlik, kamuoyunda ciddi eleştiri ve iddialara konu olmuştur. Kurtarılabilecek yurttaşların gecikmeden ötürü kurtarılamamış olması olasılığı, depremi bir ‘afet’ olmaktan çıkarmış, hizmet kusuruna ve yaşam hakkının ihlaline dönüştürmüştür. Depremler sonucunda yitirdiğimiz yurttaşlarımızın ve yakınlarının ihlal edilen hakları ile bu ihlalin sorumlularını tespit için, aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekliliği doğmuştur” denildi.
Önergede, Güler’e şu sorular yöneltildi:
1-) 1999 depreminde 10 bin 528 yurttaşı canlı kurtaran TSK’nın bu depremde 1000’den az kişiyi kurtarabilme sebepleri nelerdir?
2-) 1999 depreminde 34 binden fazla askerin kısa sürede deprem bölgesine intikal ederek arama-kurtarma faaliyetlerine katılabilmesini sağlayan ve 2010 yılında darbe planlarına dayanak yapıldığı iddiasıyla iptal edilen Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) Protokolü neden yenisiyle ikame edilmemiştir? Bu doğrultuda TSK’nın merkezi idaredeki rolünün azaltılması için gerekli afet müdahale düzenlemelerin ertelendiği iddiası doğru mudur?
3-) Bakanlığınızca 3 bin 500 askerin deprem bölgesinde görev aldığı açıklanmıştır. Bu geri durma sebebi, medyada ileri sürüldüğü üzere, İçişleri Bakanınca dönemin Milli Savunma Bakanlığı’ndan geri durulmasının talep edilmesi midir? Bu veya benzeri bir talep söz konusu mudur? Değilse, 1999 depreminin onda biri kadar askeri personelin devreye sokulabilmiş olma sebebi nedir? TSK neden mobilize edilememiştir?
4-) Depremden etkilenen illerin başında gelen Malatya’da konuşlu 120 bin kişilik 2. Ordu neden arama-kurtarma faaliyetlerine katılmamıştır? Birçok ilde ilk iki gün boyunca neredeyse hiçbir kamu görevlisinin görülemediği iddiaları da gözetildiğinde, durum nasıl açıklanmaktadır?
ADALET BAKANI YILMAZ TUNÇ’A SORULAR
TİP Milletvekili Ahmet Şık, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde ise AFAD ve Kızılay örneği üzerinden kurumların yetersizliklerine değindi.
AKP döneminde afetlerin yaşam hakkı ihlalleri ile sonuçlandığını belirtilen önergede şunlar kaydedildi:
“6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli olarak meydana gelen ve izleyen artçı depremlerle 10 ilde en az 50 bin yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan depremlere ilişkin olarak merkezi idarenin, yasamanın, yerel yönetimlerin, İçişleri Bakanlığı’na bağlı bulunan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın ve hukuki statüsü belirsiz bir kurum olarak Kızılay’ın süreci yönetmekteki tutumları, kamuoyunda ciddi eleştiri ve iddialara konu olmuştur. Süreçteki bilinçsiz ve bilinçli eksiklikler, anılan kurumların her birine ilişkin ayrı ayrı soru işaretleri doğurmuştur. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri döneminde yapılan ve yapılmayan bir takım hukuki düzenlemeler, depremi bir ‘afet’ olmaktan çıkarmış, hizmet kusuruna ve yaşam hakkının ihlaline dönüştürmüştür. Depremler sonucunda yitirdiğimiz yurttaşlarımızın ve yakınlarının ihlal edilen hakları ile bu ihlalin sorumlularını tespit için, aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekliliği doğmuştur.”
Yapı denetim kanununda yapılan rant odaklı düzenlemelere işaret edilen önergede, Adalat Bakanı Yılmaz Tunç’a şu sorular yöneltildi:
A. 2011 yılında 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’da yapılan düzenleme ile, yapı denetimi kapsamının genişletilmesi vaadiyle, denetim görevi bağımsız ve bilimsel liyakate dayalı kuruluşlar olan meslek odalarından alınmış, özel şirketlere devredilmiştir. Yapı denetimi, idarenin yaptırım gücüne dayanarak yürüttüğü asli kolluk faaliyetleri içinde yer almasına rağmen ve mutlaka devletin genel idare esaslarınca yürütülmesi gerekirken, bu düzenleme ile ‘inşaatları yapan müteahhitlerin insafına’ bırakılmıştır. Kamuoyu tarafından, müteahhitlerin aynı zamanda yapı denetim şirketleri işlettiği, böylelikle kendi inşaatlarına koşulsuz izinler verdikleri bilinmektedir. Hal böyleyken ülkemizde herhangi bir yapının bağımsız biçimde ve rant amacı gütmeden denetlenmesi olasılığı kalmamıştır. Yine İmar Kanunu’nun Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulmasına dair 8. maddesi uyarınca, harita, plan, etüt ve projelerin ‘meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamayacağı’ belirlenerek, adeta bağımsız ve liyakatli denetimin yegâne imkânı ortadan kaldırılmıştır.
Bu bağlamda;
1-) İnşaat şirketine sahip aile fertlerinin bazıları müteahhitlik yaparken, bazılarının da yapı denetim firması kurabildiği ve kendi inşaatına onay verebildiği bu sistemde, yıkılan binalardan kaçında inşaat şirketi-yapı denetim şirketi ilişkisi olduğu araştırılmakta mıdır?
2-) Denetleyen ile yapanın aynı kişi olmasına yol açan, yani ‘etkin biçimde uygulanamayan’ bu mevzuatın, uygulamasını denetlemekten hangi kamu kurumları sorumludur? Bu kurumların görevlerini yerine getirip getirmediği araştırılmakta mıdır?
3-) Devletin, yaşam hakkı başta olmak üzere Anayasamızda tanınan hakların korunmasına ve yerine getirilmesine yönelik, eyleme geçme yükümlülükleri bulunmaktadır. AİHM içtihadında da ‘pozitif yükümlülükler’ biçiminde ifade edildiği üzere, ‘önleme ve zarar azaltma’ya ilişkin temel yükümlülüklerden biri, ‘hakkın korunmasına yönelik yasal çerçeve tesis etmek’tir. İnşaat sektörünü rant aracı olarak değil yurttaşların barınma hakkını tesis mekanizması olarak gören bir idare, imara ve depreme ilişkin her türlü düzenlemeye, yaşam hakkının pozitif yükümlülükleri bağlamında yaklaşmalıdır. Bu doğrultuda, uygulamada yapıların bizzat ‘yapanlar tarafından denetlendiği’ bir mevzuat oluşturmak, depremde kaybettiğimiz yurttaşlarımızın ‘yaşam hakkını güvenceye alan evlerde oturmasını imkânsız kıldığından’, yasayı yapanların ve uygulamada yurttaşlar aleyhine işlemesine müdahale edemeyenlerin sorumluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yasama sorumsuzluğundan bağımsız olarak, yaşam hakkını korumaya hiçbir açıdan hizmet etmeyen bir imar ve denetim mevzuatına tabi yurttaşları, denetlenememiş evlerde kaybetmemizin, bu yurttaşların evlerinin liyakat sahibi meslek odalarınca denetlenememiş olmasının sorumluluğu kime aittir? Diğer deyişle, imar mevzuatı kapsamında yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülük kime aittir? Bu hakkı korunamayan depremzedeler, ihlal iddialarını kime yöneltmelidir?
4-) Yapı denetim görevinin özel şirketlere devredilmesi, idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmakta mıdır?
5-) Şimdiye dek ‘deprem suçları’ denebilecek, depremde yurttaşları yitirmemize yol açan ihmali veya kasti davranışlarla ilgili olarak kaç adet soruşturma başlatılmıştır? Bu soruşturmalardan ne kadarı müteahhitlerle, ne kadarı yapı denetim şirketleriyle, ne kadarı kamu görevlileriyle ilgilidir?